Kurtlar bile komşusunu yememiş,” sözünü söyleyen bir medeniyet komşusunu ne yaptı acaba? Komşuluğun dar planda anlam kazanıp daima genişleyen bir kavram olduğunu galiba unuttuk.  Evimizin komşusu, işyerimizin komşusu, köylerin kentlerin komşuluğu, ülkelerin komşuluğu ve en sonunda ahiret komşuluğu…

Ruslar neden her yerde halı kullanıyor? Ruslar neden her yerde halı kullanıyor?

Eskiden birbirine yaslanmış evlerimiz vardı. Bu fizikî yakınlık, mimarî anlayış manevi yakınlığı, komşuluğu da büyütüyordu sanki. Şimdilerde ise üst katın alt katı altına alıp ezdiği mesajını veren şeddâdî yapılara dönüştü. Sanki o evlerle birlikte komşularımız da çekip gittiler.

Hiç düşündük mü komşularımız nerdeler?

Yüce Kitabımız; “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” buyurarak ilişkilerimizdeki ölçüyü ne güzel koymuş!

İşte, komşuluk dediğimiz bu anlamlı kelime cemiyet hayatımızın merkezinde durmaktadır. Komşuluk ilişkisinin soylu anlamını en güzel Efendimiz s.a.v. değerlendirmiştir:

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden ya hayır söylesin ya da sussun! Allah’a ve ahiret gününe iman eden komşusunu rahatsız etmesin! Allah’a ve ahiret gününe iman eden misafirine ikram etsin!” (Buharî)

Yukarıdaki ayet-i kerimeden ve hadis-i şeriften anlıyoruz ki, iman ile komşuluk hukuku arasında çok kuvvetli bir münasebet var. Bu münasebetin en tesirli ifadelerinden birini de şu hadis-i şerifte görüyoruz: “Cebrail bana komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki, komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.” (Tirmizî) 

komşuluk

 

Komşu hakkı

Yine Efendimiz s.a.v.: “Komşusu açken tok yatan bizden değildir. Yanı başında komşusu açken tok yatan kimse iman etmiş olamaz.” sözleriyle komşuluk kavramını çok özel bir yere oturtmuştur. Efendimiz bunu hayatında da tatbik etmiştir. Bu ayet ve hadislerin şekillendirdiği İslâm ahlâkı komşuluk ilişkisine hukukî bir yön de kazandırmıştır. İslâm hukukuna bakıldığında cemiyet hayatımızdaki birçok hal ve hareket komşuluk hukukuna riayet noktasında şekillenmiştir. Bir basit misali müslüman ahalinin tarlasında uyguladığı bir anlayışla verelim: Eğer bir tarla sahibi o tarlayı satacaksa satın alma önceliğinin (şuf’a hakkı) sınır komşusuna ait olduğunu bilir ve önce ona teklif eder, alamıyorsa o zaman bir başkasına satar. Çünkü bu ölçüleri İslâm ahlâkının sınırlarını belirleyen Efendimiz s.a.v. koymuştur.

Muaviye b. Hayda r.a.’ın “Komşumun benim üzerimdeki hakları nelerdir?” sorusuna Efendimiz’in verdiği cevabı şöyledir: “Hastalanırsa ziyaretine git, ödünç bir şey isterse ver, vefat ederse cenazesine katıl, bir şeye muhtaç olduğunda ihtiyacını gider, bir hayra ulaşırsa sevincini paylaş, başına bir felaket gelirse onu teselli et, evinin duvarını, çatısını onun evinden yüksek yapma, evindeki pişenden ikram et.”

Evinde kesilen koyun için “Bunun etinden yahudi komşularımıza verdiniz mi?” diye soran Abdullah ibn Amr da aynı ahlâkı temsil ediyordu. “Komşuda pişer bize de düşer” sözü Efendimiz s.a.v.’in Ebu Zer r.a.’a: “Bir yemek pişirdiğin zaman suyunu çok kat, sonra komşuna da ondan yedir.” hadisinden gelmektedir. Efendimiz’in, “Evden önce komşu bulun, yola çıkmadan önce de yol arkadaşı bulun.” hadisiyle, “Ev alma komşu al” atasözü aynı hakikatin sesidir. Atalarımız da aynı ahlâkı temsilen yaşadılar. Kur’an-ı Kerim’in, hadislerin ışığından nurlanan atalarımız: “Ev yapacaksan komşuyu seçmeden himini (temelini) atma”, “Komşun iyi yerin kötü, dur bekle. Yerin iyi komşun kötü, bırak git!”; “Dişin ağrırsa çek çıkar komşun kötüyse kaç kurtar.”, “Alim komşu, cahil babadan yeğdir.”; “Yakın komşu hayırsız hısımdan iyidir.” derken Efendimiz’in, “İyi komşu kişinin iyi bahtındandır.” hadisinden beslenmemiş midir?

Altın eşik gümüş eşiğe muhtaç

Yüce Kur’an’da geçen “câri zi’l-kurbâ” ifadesi yakın komşu anlamındadır. “Câri’l-cunûbi”de uzak komşudur. Bu kavramlardan hareketle ister uzak ister yakın komşu olsun, onlara ihsanda bulunmamız emredilirken hiç düşündük mü komşularımız nerede? Bunca rehber sözlerin ışığında seyrettiğimiz manzara bugün nasıldır ve biz bu manzaranın neresindeyiz?

Soframıza acaba komşumuzu kaç kez buyur ettik? Kaç kez onunla hemhal olduk, dertleştik, acısını böldük, sevinciyle şad olduk? Komşuluk hukukuna riayet etmenin ahiret komşumuzu da belirleyeceği hakikatinin idrakinde miyiz? Efendimiz s.a.v. “Vallahi mümin olamaz! Vallahi mümin olamaz! Vallahi mümin olamaz!” deyince Sahabe-i Kiram Efendilerimiz: “Kim ey Allah’ın Rasulü?” dediler. Peygamberimiz de:“Komşusu kötülüklerinden emin olmayan, olamayan herkes.” buyurmuştu.” (Buharî) 

Kendimize soruyor muyuz, komşumuz bizden memnun mu, bizden emin mi, bize malını canını emanet etme duygusunda mı?

Yükümüz hafiflerdi

Bugünkü manzaraya baktığımızda diyebiliriz ki komşunun başarısını, kazancını kıskandık. Komşumuz da bize aynı duygularla yaklaştı. Böylece aramıza kalın, aşılmaz, ses geçirmez duvarlar ördük. Aç komşumuza tokluğumuzun resmini verdik. Elbisesi olmayan komşumuza elbisemizle üstünlük sağlamaya çalıştık. Komşuluğu bir tür rekabet gibi algıladık. Halbuki komşuluk kardeşlik ve dayanışma demekti. Komşunun kapısı bize, bizim kapımız komşumuza açıktı. Bir yere gitsek anahtarımızı komşumuza verirdik. Üç gün görmesek kapısını çalıp ne haldesiniz der, halleşir dertleşirdik. Artık pek çok komşu komşusunun külüne muhtaç değil belki ama ahirette komşumuzun şahitliğine muhtacız. “Bir müslüman öldüğünde yakın komşularından üç hane halkı onun iyi bir insan olduğuna şahitlik ederse, Yüce Allah ‘Şahitlikte bulunan kullarımın bildiklerine göre yaptıkları şahitliği kabul ettim ve kendi bildiklerimi de bağışladım’ der.” (Ahmed b. Hanbel) buyuran Efendimiz’in bu mübarek sözlerine göre bizim bu şahitliğe hakikaten çok ihtiyacımız var. Oysa komşularımız yok gibi hareket ediyoruz. “Aç kurt bile komşusunu dalamaz,” denirken biz kavga için malzeme biriktiriyoruz. Hayrını dilemediğimiz komşumuzun şahitliğinden korkmamız gerekiyor.

Mesut zamanlar atlası

Bizim medeniyet anlayışımızın bir merkez noktasında da hep komşu ve komşuluk vardı. Komşumuz varken daha mutluyduk. O mesut zamanlar atlasında ne güzel komşularımız vardı! Ölümlerinde gözyaşı döktüğümüz, sevinçlerinde halay çektiğimiz komşularımız vardı. Soframızda daima fazladan tabağımız, kaşığımız vardı. Pişen aşımızda komşunun da hakkı vardı. Onun gönlünü almak, incitmemek için ayarlanmış hassas terazilerimiz vardı. Komşumuzla kendimizi, ailemizi güvende hisseder, güçlendiğimizi düşünürdük. Cenazesi varsa mutlaka görevlerimiz olurdu. Düğünü varsa, sanki merasim bizimmiş gibi üstlenirdik. Böylece yüklerimiz hafiflerdi

“Kurtlar bile komşusunu yememiş,” sözünü söyleyen bir medeniyet komşusunu ne yaptı acaba? Komşuluğun dar planda anlam kazanıp daima genişleyen bir kavram olduğunu galiba unuttuk. Evimizin komşusu, işyerimizin komşusu, köylerin kentlerin komşuluğu, ülkelerin komşuluğu ve en sonunda ahiret komşuluğu… Anadolu irfanı dua ederken, “İnşallah Fatıma Anamız’a komşu olursun.” der. Dualarımızın serlevha cümlesi, Efendimiz s.a.v.’e komşu olmak umudunu dillendirir.

Modern şehir dokusunun getirdiği yapay yakınlıktan dolayı kaçıp giden hakiki yakınlığı yeniden inşa edebiliriz, etmeliyiz. O zaman selamlarımız daha içten, soframız ve ömrümüz daha bereketli olacaktır.

Editör: TE Bilişim