Kanaatkâr’ın Türk Dil kurumundaki göre anlamı az ile yetinen elindeki ile kıt kanaat yetinen demektir.

Kanaatkâr olabilmek Rabbin verdikleriyle yetinebilmek, nimette şükürde sağlık, sıhhat, afiyetle hamdolsun demekten geçer.

Malum sektör olarak mevsimsel bir iş kolumuz var. Her geçen gün eski işlerimizi arar hale geldik. Bunun nedenlerinde dünyadaki ve ülkemizdeki sosyo ekonomik şartlarının etkisini de yok sayamayız.

Her zaman olduğu gibi böyle günlerde isyankar değil de kanaatkâr olabilmek çok önemli! Çünkü aç gözlülük, tamah, hırs, kıskançlık, çekememezlik, bende olsun da başkasında olmasın düşüncesinde olanların hem dünyevi hem uhrevi hayatları sancılı geçer. Telafisi ancak ve ancak istiğfardan geçer. Kainatın Efendisi “İnsanoğlunun bir dere dolusu altını olsa, bir dere daha ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey dolduramaz” buyuruyor. Dünya malına aşırı duyulan hırs, insanın geleceğini daima tehlikeye sokar. Evet, insanın doğasında doyumsuzluk vardır. Elde ettiği ile yetinmez. Daha çoğunu ister. İşleri iyi gittiğinde şükrü ve kanaatkâr olmayı unutur da işler biraz kötü gidince isyankar oluverir.

Doyumsuzluğun asıl sebebini ön plana çıkarılırsa insanoğlu ihtiyarlasa bile onun iki duygusu hep genç kalır. Birisi çok kazanmak, ötekisi ise çok yaşamak.

İnsanın çok kazanma duygusu ölçülü olduğu müddetçe faydalı olabilir. Bu da ancak hayırda yarışmakla olur. Aç gözlülük, hırs, tamah, insanı dünyada huzursuz ettiği gibi kişiyi haksızlığa yönlendirir. Hem kendisini hem çevresini perişan eder.

Kanaatkâr insan hayattaki durumundan sahip olduğu bedensel, zihinsel, fiziksel, ekonomik, sosyal kısacası tüm maddi ve manevi imkanlarından memnuniyet, hoşnutluk, mutluluk duyan; rahatlık hisseden, tatmin duygusunu yaşayan insandır.

Bazı insanlar şanslı, bazı insanlar şansız olabilir. İsyankar olanlar genelde yaşadıkları ve karşılaştıkları pek çok duruma isyan ederler. İsyankar olanlar zaman zaman naralar atarlar: “samimiyet arıyorum” “dili sözlü ama yürekleri boş insanlardan boğuldum” derler. “O kadar yoruluyorum ki bazen hayattan kopup gözlerimi bir daha açasım gelmiyor” deyiverirler. Aslında insanlar içine atıp bağırabilse, istediği şeyi duyguya umuda dökse de isyana dökmese; onlar seni kırsa da sen onları kırmasan, kendini üzdüğün kadar insanları üzmesen, isyan etmesen, çevremizdeki insanlara ve de kendimize şöyle bir dönüp bakmamız yeterli gelecek.

Her şeye isyan eden ve hemen sinirlenen insanlar olduk, çıktık. Sektör olarak bizler on iki ayın yedi ayında isyankar oluyoruz da beş ayında kanaatkâr olamıyoruz!

Birbirimizin halini hatırını sorduğunda “işler çok kötü, berbat! Geçen yılları mumla arıyorum” cevabını alırsın ama kanaatkâr tavırlardan ve şükürden hiç bahsetmez.

Peki, “başlangıçta neyin vardı?” diye sorsan; ben bu işe sıfırdan başladım, bir anlatsam roman yazarım der.

“Şimdi neyin var?” diye sorsan iş yeri kendinin, yazlığı, kışlığı, yatı, teknesi, özel araçları, filo araçları, yurt içi ve yurt dışı tatilleri sayar da sayar ama kanaatkâr olmaya, şükretmeye gelince o kadar da mı olmasın diye halen isyan eder!

Oysaki şükrünü eda edemediğin malın, mülkün olsa ne fayda!

Rabbim bizleri şükrünü eda edebileceğimiz nimetleri, hamdolsun diyebileceğimiz sağlığı ve az ile yetinip kanaatkâr olabilmeyi nasip etsin!