Konuşmada doğru cümleler kurarak, yöresel konuşma tarzından, lehçelerden kaçınmak; kelimelerin telaffuzuna dikkat etmek de göz ardı edilmemelidir.

İnsanların birbirleriyle anlaşabilmeleri için Cenab-ı Hak dil (konuşma) ve kulak (dinleme) gibi iki vasıta yaratmıştır. Anlama, anlaşma ve anlaşılma konuşarak ve dinleyerek gerçekleşir. O halde maksadımızı karşı tarafa tam aksettirebilmek veya muhatabımızın ne anlatmak istediğini keşfedebilmek doğru konuşma ve dinlemeye bağlıdır.

Sohbet, nutuk, satış, öğretme vs. hangi tür konuşma olursa olsun sesimizi kelimeler olarak kullanırız. Seçtiğimiz kelimeler ağzımızdan çıkarken sadece kuru bir anlam olarak çıkmaz. Kelimelerin sırtına psikolojimizi, duygularımızı, tutumlarımızı, sevinçlerimizi, hal-i pür melalimizi vb. de yükleyerek göndeririz. Dolayısıyla sesimizi ayarlamak konuşmamızın etkisi açısından önemlidir.

Öncelikle sesimizin seviyesini muhataplarımızın rahat duyacağı şekilde ayarlamalıyız. Gereksiz ses yükseltmelerinden ya da dümdüz (uyku getiren) sabit ses yüksekliğinden kaçınmalıyız. Düşüncelerimizi ve hislerimizi kelimelere dökerken heyecan ve coşkuya göre yüksek perdeden; üzüntü, sıkıntı gibi durumlarda alçak perdeden konuşabiliriz. Ayrıca sesleri zaman zaman kalınlaştırıp incelterek, bastırıp vurgulayarak tonlamadan istifade edebiliriz. Konuşurken ne çok yavaş (örneğin Mesut Yılmaz gibi kelime aralarına neredeyse reklam alacak şekilde); ne de çok hızlı (örneğin Barış Manço gibi kelimelerini yakalamak için nefes nefese kalacak şekilde) olmamalıyız.

Konuşmada doğru cümleler kurarak, yöresel konuşma tarzından, lehçelerden kaçınmak; kelimelerin telaffuzuna dikkat etmek de göz ardı edilmemelidir.

Hazırlık yapılmadan ya da yeterli müktesebatı olmadan yapılan konuşmalarda kelime seçmek, cümleleri sıralı, mantıklı olarak ifade etmek mümkün olmadığından ...ıııh ...ıııh araları vermek, sürekli aynı kelimeleri kullanarak es vermek (..efendim, ..yani gibi) dinleyenleri sıkar, konsantrasyonu bozar, mesajın doğru algılanmasına mani olur.

------------------------------------------------------------------------------------------------------

    Yunus Emre "Söz ola kese savaşı
                           Söz ola kestire başı
                           Söz ola ağulu aşı
                           Bal ile yağ ede bir söz "
diye başlayan şiiriyle ağzımızdan çıkan kelimelere ne kadar dikkat etmemiz gerektiğini hatırlattığı gibi Hz. Mevlana da Mesnevide bir hikayede "Senin sözlerin, içinde iğne olan ekmek gibidir" cümlesiyle ifade tarzındaki yanlışı nazara vermiştir. Anlaşılıyor ki konuşmada ne söylediğiniz kadar nasıl söylediğiniz de yani üslup da en az onun kadar önemlidir. Şöyle iki örnekle açıklamaya çalışalım: Evin hanımı hazırlanmış gidecekleri davet için eşini beklemektedir. Kararlaştırılan vakitten bir müddet geçmiştir. Hanımın sabrı tükenmiştir ve nihayet eşi kapıdan girer.

Yanlış Diyalog: Ne kadar sorumsuzsun.! Bana hiç değer vermiyorsun. Arama zahmetinde bile bulunmuyorsun. Dakikalardır hazır seni bekliyorum. Geceyi zehir ettin.

Doğru Diyalog: Zamanında geleceğini düşündüğüm için hazırlanıp bekledim. Gecikince endişelendim. Umarım kötü bir şey yoktur. Hadi hızlıca çıkalım.

Diğer bir örnek:

Şirkette Cumartesi günü servis şoförü mazereti dolayısıyla gelemediğinden yöneticilerden biri işçileri götürmek zorunda kalmıştır. Fakat durumdan geç haberi olduğundan kendi özel programını uygulamakta gecikmiştir.

Yanlış Diyalog: Böyle yöneticilik olmaz.! Bunları zamanında planlayıp haber vermek gerekir. Herkesin kendine göre işi var.
 Doğru Diyalog: Keşke daha önce haber vermek mümkün olabilseydi, programımızı ona göre ayarlayabilseydik.
Birinci diyaloglarda karşı taraf muhtemelen hemen sertçe savunmaya geçecek, tartışma doğacaktır. İkinci diyaloglarda ise muhatap makul izahlarda bulunacak taraflar birbirlerini anlama imkanı bulacaklardır.

Üsluptan söz etmişken "soru kalıpları ile konuşmak"tan, bunu alışkanlık haline getirmekten bahsetmeden geçemeyeceğim. Kime ne söylersek söyleyelim cümlelerimizi soru kalıpları şeklinde ifadenin birçok faydası vardır. Mesela; "Bugün hava ne güzel" gibi sıradan bir cümleyi "Bugün hava ne güzel değil mı?" şeklinde söylediğimizde muhatabımızdan onay beklediğimizi, onun fikrinin dolayısıyla kendisinin bizim için önemli olduğunu göstermiş oluruz. Başka bir örnekle "hadi Sultanahmet'e gezmeye gidelim" dersek öneri ve fikir bizim olur; cümlenin altında adeta bir dayatma görünür. Aynı cümleyi "Sultanahmet'e gezmeye gidelim mı?" soru kalıbıyla söylesek sonuçta gidip gitmemekte karar verici kendisi olur ve nasıl cevap verirse versin ilişki daha sağlıklı ve saygılı sürecektir. O halde soru kalıpları ile konuşmayı alışkanlık haline getirmemiz gerekmez mı? :)

------------------------------------------------------------------------------------------------------

Konuşmalarımızda meramımızı tam olarak anlatabilmek için jest ve mimiklerden de istifade edebiliriz. Mimikler göz teması kurmak, gözleri açmak ya da kısmak, kaşları kaldırmak, gözleri kaçırmak, dudak bükmek vs. gibi anlam ifade eden yüz hareketleri iken jestler ise kolları bağlamak, açmak, işaret parmağını kaldırmak, elleri kaldırmak, koltuğun ön yarısında oturmak vs. gibi el, kol ve vücut hareketleridir.
 ------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bediüzzaman Hz. Risale-i Nur'da orijinal bir ifade olarak "hava tarlası"ndan bahseder. Ağzımızdan çıkan her bir kelime bu tarlaya ekilen tohum gibi binlerce belki milyarlarca çoğalmaktadır. Öyleyse kullandığımız kelimeleri seçerken fevkalade dikkatli olmalı değil miyiz? Daima olumlu, pozitif kelimeleri tercih etmeliyiz. Hatta belki de, mümkün olursa, o kadar ki "Allah kaza, bela vermesin" gibi mana olarak olumlu, ancak içinde kaza, bela gibi olumsuz kelimeler barındıran bir cümle yerine "Rabbim muhafaza buyursun" gibi bir cümleyi tercih edebiliriz.

Bugün hem modern psikoloji hem de alternatif tıbbın bütün ekolleri olumlu konuşma, olumlama, olumlu cümleler kurmayı öğretilerinin en başında zikretmektedirler.

------------------------------------------------------------------------------------------------------

Son olarak bahsetmek istediğim konu; insanlar özellikle satış personeli gibi bazı meslek mensupları farkında olmadan fazla ve gereksiz konuşurlar. Bunun farkına varmazlar. Konuşmanın uzatılması bazen aynı şeylerin tekrar tekrar bahsedilmesine, böylece etkisinin azalmasına yol açar. Bazen de konuşulacak konu bitmesine rağmen konuşma arzusuna gem vurulamazsa söylenmesi lüzumsuz şeylerin hatta sır kabul edilebilecek katiyen bahsedilmemesi gereken şeylerin ağızdan kaçmasına vesile olur. Her türlü israf gibi kelime israfı da hoş görülmese gerektir. Nitekim Hz. Bediüzzaman "Her neyse, bir küçük mesele münasebetiyle çok konuştum ve çok da israf ettim... (Barla lahikası 131.mektup) " diyerek çok konuşmayı israf kategorisi içinde değerlendirmiş oluyor.

Aslında "konuşmak" konusunun dinleme, soru sorma ve susarak konuşma ile birlikte mütalaa edilmesi daha uygun olabilirdi. Bir yazı sınırlarını aşacağı için şimdilik bu kadarla iktifa ettik.

Allah'a emanet olunuz.

Muhabbetle...